Mustafa hakkında bir kaç şey

Selamlar,

Üst üste gelen 2 e-postanın ardından birşeyler yazma zorunluluğu hissettim.

Sadece Mustafa'yı galasında (Birçok kişiden önce olması açısından) seyretmiş biri olarak, bu ya da benzer postaları okuyup henüz seyretmemiş birileri varsa aksi fikirlerimi belirtmek istedim.

İlkokul yaşlarımda iken; yani ortalıkta internet yokken, sadece devlet politikası prangalı kitaplar ve görseller ile muhattap olabildiğimiz zamanlarda ulu önderin fotoğraflarına takılmışım demek ki; babama bir okul dönüşü büyük merakla "Atatürk neden bu kadar hüzünlü bakıyor" diye sormuştum. O da belki de bugüne kadar 1-2 kereden fazla olmadığı şekilde cevabını bilmedigi bir soru karşısında geçiştirmişti beni.

Filmi seyredene kadar bu hüznün nedenini bilmiyordum!

Büyük bir adamın, özel gönderildiğine inandığım, tarihi değistiren bir kumandan ve fikir adamının bizler gibi nefes aldığını, canının yandığını, bir gözünde neredeyse göremeyecek kadar problem oldugunu, Şam'a sürülürken annesi ile kucaklaşmasına bile izin verilmediğini, kadınlara aşık olup romantik mektuplar attığını ve evet, karanlıktan korktuğunu öğrendim.

Tabulaştırmanın anlamak değil uzaklaştırmak olduğuna inandığım için sevdim filmi.

Kafasındakileri yapmak için afedersiniz ama tabiri caizse "köprüyü geçene kadar ayıya dayı" dediğini gördüm...

Hayatının sevdasını, askerliği bırakıp hiçkimse olarak Ankara'da bir devlet kurmak isteyen bu yüreğe dinsiz diye fetva verenleri, meclis açılışında arkasında fotoğraf karesine sokmak icin 28 Ekim yerine 29 Ekim Cuma günü hutbeler, kesilen kurbanlar ile kandırdığını gördüm...

Bu ülkede bir cumhuriyet kurmak için hilafet ve İslam için savaştığını haykırdığını; aç, parasız, silahsız bir millete destek bulmak icin komunizm dogmasına sığındıklarını tüm dunyaya açıkladığını gördüm...

Ve bu manevraları yıllar sonra açık yüreklilikle itiraf ettigini... Meclis çatısı altında konuşurken o aynı ulemalara bilgiyi gaipten ve gökyüzünden yere indirdiklerini haykırırken seyrettim Mustafa'yı.

Yorgun bir adam gördüm, hüzünlü... Bir göçmen kadar, babasız bir çocuk kadar...

Ayrıca, İslamiyet'in uyuşturduğu bir milleti ayağa kaldırmaya çalışırken ne kadar sert ifadeler kullandığını, bugün o cümlelerin onda birini yazmanın savaş çıkarabilecek kadar ağır olduğu metinleri alıp -hem de kendini bu ateşe atmasına hic gerek yokken- filmine kurgulayan Can Dündar'ı kötülemeye çalışmak neyin nesidir bilemedim...

Kararı siz verin seyrederek elbet, ama ben nefret gördüm bu yazılarda. O karelere bakarak böyle bir çıkarım yapmak bana sadece nefret ve kıskançlık çağrıştırdı, eğer ileri gidersem çokça da bağnazlık.

Hani o büyük Mustafa'nın kökünü kazımaya çalıştığından...

Saygılar.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.