Soysuzluk diz boyu

Sanırım günümüz sinema izleyicisinin bir problemi de bilgi kirliliğine uğramadan filmine ulaşamamak. Özellikle Amerikan sinemasının yıldızları sansasyonel yaşamları, aldıkları paralar, setteki halleri, yeni projeleri ile o kadar çok basına konu oluyorlar ki paçanızı kirletmeden yolunuza gidemiyorsunuz. Bu haberler gündemdeki filmin konusuyla soslandırılıp sunulunca da iyice beter bir hal alıyor. Düşünceniz etkileniyor, yargınız oluşuyor, tadınız kaçıyor... Kötü kurgulanmış fragmanlar da işe çanak tutunca tam oluyor. Can alıcı sahneleri görüyorsunuz, bir bakmışsınız film fragmanın ara dolgular ile uzatılmış haliymiş!

Eğer Inglourious Basterds'i hala seyretmemiş iseniz bu noktadan tornistan yapmanızı tavsiye ederim, geçin gidin aşağılarda da bakılacak birşeyler var...


Inglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi) için ise fragman konusunda bunun tam tersini söylemek mümkün. Hiçbirşey göstermiyor, hatta ters yönlendiriyor. Siz filmi diğer birkaç Tarantino filmi gibi hızlı, absürd, kan revan içinde olacak sanıyorsunuz. Ama karşınıza tam tersi bir film çıkıyor. Jenerikte üç değişik font kullanılması hala absürdlük konusunda kafanızı kurcalıyor. Uzun, ağır ve gerilimli giriş sahnesinde işler ne zaman zıvanadan çıkacak diye bekliyor, bütün salonun bu yöndeki düşüncelerini okuyorsunuz. Ama olmuyor, yönetmen size Alman subayın cebinden çıkardığı pipo ile cevap veriyor ve film ummadığınız şekilde devam edip gidiyor.

Filme fragmanı kadar yaklaşmamın meyvelerini ilk dakikadan itibaren alıyorum. Jenerikte geçen oyuncular şaşkına çeviriyor beni. Neredeyse Brad Pitt dışında Amerikalı oyuncu yok. Hatta cesur bir kararla karakterler kendi dillerinde konuşturulmuş, altyazı okumayı sevmeyen Amerikan seyircisi için dublajlı bir kopya yapmadılar ise şaşarım. Diane Kruger, Good Bye Lenin'den tanıdığımız Daniel Brühl, neredeyse hiç konuşmadan Til Schweiger, Je vais bien, ne t'en fais pas'dan Melanie Laurent, 300'den Michael Fassbender, Martin Wuttke ve Christoph Waltz bu çok uluslu kadronun bir kısmını oluşturup oyunculukları ile nefis bir iş çıkarıyor. Langensheidt yutmuş Christoph Waltz'in performansı ayrıca övgüye değer. Hele bir meyhane sahnesi var ki sanırım kolay unutulmaz, maalesef kadronun çoğunu orada bırakıyoruz, gözümüz arkada kalıyor.

Mekan, kostüm, fotoğraf ve detayları ile damağınızda ikonik tatlar bırakacak, özellikle 2. Dünya Savaşı filmleri severler için mutlaka görmelerini tavsiye edeceğim, espri dozu yerinde bırakılmış, sinemadan çıkıp strudel yerken şiddetin doğurduğu şiddet ile ilgili kendinizi düşünüyor bulacağınız bir film.

Bu da filmin eşantiyonu, buyurun...


1 yorum:

  1. Biraz geç de olsa sinema salonundaki yerimi aldım. Tam olarak ne ile karşılaşacağımı bilmeden sadece ve sadece Tarantino'ya olan güvenimle filme başladım.

    Uzuuuuun diyalogları ile inceden inceye işlenmiş filmi çok beğendim. Tamam en iyi Tarantino filmi degil hatta ilk 3'e girmenin bile uzağında bence. Ama yine de bu filmi çok beğenmiş olmama engel değil.

    Özellikle David Bowie çaldığı sahnede tüylerim diken diken oldu.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.