Bilim ve Toplu Bilinç

BİLİM ve BOŞLUK
Bizler evreni idare eden kuralların bazılarını biliyor ve kabul ediyoruz. Ama fiziki gözle gördüğümüzün dışında bir de bilimin hiç yanaşmadığı fenomenler var. Örneğin duyular ötesi algılama, telepati, düşüncenin gücü ya da ruhun yapısı gibi. Bilim böyle konulara çekimser ve tepki ile yaklaşıyor. Bu konularda araştırma yapan insanların sayısı da fazla değil. Çünkü bilim camiasınca alaya alınmaktan çekiniyorlar.

Bundan yıllarca önce Boltzmann adındaki fizikçi bütün gerçekliğin atomik seviyede olup bittiğini iddia etmişti. Herşey Newton’un saat gibi işleyen bizden bağımsız evreninde değil, olasılıkların hüküm sürdüğü atomik seviyede yaşanıyordu. O zaman atom teorisi ortada yoktu. Sağdaki Ernst Mach zamanın bilimsel anlayışına, yani gerçekçiliğe sıkı sıkıya bağlı biriydi. Yıllar boyu “gözümle görmediğim şeylere inanmam, atomlar yoktur!” diye bilimsel topluluklarda bağırıp durdu. Boltzmann’ı bir hayalin peşinden gitmekle suçladı. Birçokları ona inandı ve destekledi. Bu Boltzmann’ı o kadar üzdü ki sonunda bu kavgayı daha fazla sürdüremedi ve kendini asarak intihar etti. Boltzmann zamanından 20 yıl sonra yaşamış olsaydı, bir kahraman olacaktı. Çünkü atomik teori ortaya çıkmış ve Mach’ın haksız olduğu anlaşılmıştı. bilim böyle işler. Bugün ruhsal fenomenleri gözardı eden bilim camiası birgün aniden çıkıp ruhun yapısını çözdüğünü söylerse hiç şaşırmayın.

Peki ne biliyoruz? Kara cahil değiliz elbet. Bazı şeyleri anlayabiliyoruz. Ama bu bazı şeyler çok kısıtlı, öyle kısıtlı ki evrenin yanlızca %5’ini oluşturuyor. Maddeyi, bizleri, etrafımızda gördüğümüz herşeyi, gezegenleri ve yıldızları meydana getiren atomlar... Bunlar evrenin sadece %5’ini meydana getiriyorlar. Kaldı ki atomlarla ve atomaltı parçacıklarla ilgili bilgilerimiz de tamamlanmış değildir. Fizikçilerin atomaltı parçacıklara ait bütün verileri aynı çatı altında topladıkları Standart Model adı verilen fizik modelinde henüz cevaplanmamış bir çok soru vardır. Şu anda yapılan bütün çalışmalar Standart Model’i eksiksiz olarak oturtmakla ilgilidir. Yani koskoca bilimin hikayesi bu %5’in hikayesidir demek yanıltıcı olmaz. Buna bilimin bütün disiplinleri de dahil. Geri kalan %70’i boşluk enerjisi yani karanlık enerji oluşturuyor. %25’ini ise karanlık madde oluşturuyor. Hem karanlık enerji hem de karanlık madde hakkında çok fazla şey bilinmiyor, o nedenle isimleri karanlık olarak anılıyor. Bunlar sadece üç boyutla ilgili veriler. Ve aslında ne kadar az şey bildiğimizin de bir göstergesi.

BOŞLUK NEDİR?
Boşluk içimizi, dışımızı ve heryeri kuşatmış olan bir hiçliktir. Kuantum boşluğunun dört bir yanımızı sarmış vaziyette olduğunu ve evrenimizin de bu sonsuz deniz içinde salındığını söyleyebiliriz. Evrene kadar uzanmayalım da kendimizden bahsedelim mesela. Bizi meydana getiren atomlardan bir tanesini alalım. Biliyorsunuz proton ve nötronlardan oluşan atom çekirdeklerinin etrafında bir bulut halinde elektronlar döner. Ve bu atomun çekirdeğini madeni bir para olarak düşünelim. Ve bu parayı bir spor stadyumunun tam saha ortasına koyalım. Spor stadyumu atomun gerçek büyüklüğünü temsil ediyor. Bu çekirdeğin etrafında dönen elektonların parayla temsil edilen çekirdeğe olan uzaklıkları stadyumun en üst sırası kadardır. Arası boşluktur. Hani Mevlana “boşluklar bütünüdür insan” demiş ya...

BOŞLUK ve TOPLU BİLİNÇ
Boşluk anormal derecede bilgi ile yüklü olduğundan beyindeki mekanizmalar bu bilginin debisini ayarlamakta ve bizleri delirmekten korumaktadır. Bu öyle bir mekanizmadır ki beyin saniyede aldığı 400 milyar bit enformasyondan yanlızca 2000’inin bilincinde olmamızı sağlar.

Japon bilimadamları bu konuda bir adım daha ileri giderek hafızanın dahi boşlukta depolandığını söylüyorlar. Bu konuda İngiliz araştırmacı Steve Ground’dun yazısından birkaç satır;

“Çocukluğunuzdaki bir olayı hatırlayın. Net olarak hatırladığınız ve görebildiğiniz birşey, hissettiğiniz, hata belki kokusunu duyduğunuz, sanki gerçekten oradaymışsınız gibi. Herşeyin ötesinde siz aslında gerçekten oradaydınız değil mi? Başka türlü nasıl hatırlardınız? Fakat işte bomba; orada değildiniz. Şu anda vücudunuzda bulunan tek bir atom bile, bu olay olduğunda orada değildi. Madde bir yerden bir yere akar, ve anlık olarak sizi oluşturmak için bir araya gelir. Bu yüzden ne olusanız olun, artık yapıldığınız madde değilsiniz.”

Vücudumuzdaki atomların sık sık yenilenmesi tıp bilimi tarafından gayet iyi bilinen bir konudur. Peki vücudumuzda sürekli olarak değişmesine rağmen eskileri ile aynı hikayeyi anlatan bu atomlar bunu nasıl beceriyor? İşte Japon bilimadamları bunu hafızanın bile boşlukta depolanmasına bağlıyorlar. Beynimiz bir transformatör görevi görerek gerekli bilgileri boşluktan çekip alıyor. Aslında bu anlamda bakıldığında boşlukta yani hiçlikte sizin ve diğerlerinin düşüncelerini birbirinden ayıran sınırlar yok. Herşey sürekli bir etkileşim halinde.

Peki iyi ama beynim transformatör görevi görüyorsa o da atomlardan oluşmuyor mu? Ve bu atomlar da sürekli yenilenmiyor mu?

Bu soru bizi boşluğun bilinçli olduğu gerçeğine götürür. Boşluk sadece içinde bulunduğumuz dalgalanan, parçacık- anti parçacık çiftleri üreten, ya da bilgiyi muhafaza eden mekanik bir ortam değildir. Aynı zamanda bilinçlidir. Ve bizler teknik anlamda boşluktan ayrı kabul edilemeyiz. Tamamen onunla kuşatılmış vaziyetteyiz.

Yine de bu yazıların anafikri Mevlana’dan alınmış bir söz olsun;
"Benlik de senlik de yoktur gerçekte, her birimiz zerreyiz tek bir denizde."

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.